Önemli Medeniyetler

1-Mısır Medeniyeti:
a)Nom veya Nomos adı verilen şehir devletleri biçiminde yaşamışlardır.
b)Dini inançlarından dolayı tıpta,eczacılıkta ve mimaride gelişmişlerdir.
c)Tarımdan dolayı;matematikte,geometride ve astronomide gelişmişlerdir.
d)İlk defa Güneş takvimini bulmuşlardır.
Not:Güneş takvimini Mısırlılar bulmuş İyon ve Yunanlar geliştirmiş Roma ise son şeklini vermiştir.
e)Hiyeroglif adı verilen resim yazısını bulmuşlardır.
f)Papirüs kağıdını bulmuşlardır.
g)Firavun Tanrı-Kral olduğu için hukuk sistemleri gelişmemiştir.
h)Etrafı çöllerle ve denizlerle çevrili olduğu için dışardan etkilenmemiş ve Mısır'da kendine özgür bir medeniyet ortaya çıkmıştır.Bu nedenle tarih öncesi dönemleri sırasına uygun yaşayan tek devlettir.

2-İran Medeniyeti:
a)İran Medeniyeti Medler,Persler ve Sasanilerden oluşur.
b)Dünyada ilk defa posta teşkilatını kurmuşlardır.
c)Ülkeyi "Satraplık" adı verilen eyaletlere bölerek yönetmişlerdir.
d)"Darık" adı verilen ilk altın parayı kullanmışlardır.
e)Zerdüştlük dinine inanırlar.
f)Kral Ticaret yolunu onarmışlardır.

3-Hint Medeniyeti:
a)Hindistan'a Avrupa'dan gelen Ariler buradaki egemenliklerini kalıcı kılabilmek için kast sistemini kurarak toplumu sınıflara ayırmışlardır.
b)Kast sisteminde sınıflar arasında geçiş ve evlilik kesinlikle yasaktır.Ayrıca meslekler babadan oğula geçer.
c)Kast sistemi nedeniyle Hindistan'da kültürel birlik ve millet bilinci oluşmamıştır.
d)Kast sistemindeki sınıflar;
-Brahmanlar(Din adamları)
-Kşatriyalar(Soylular ve Askerler)
-Vaysiyalar(Zanaatkar,tacir,köylü)
-Südralar(İşçiler)
e)Gazneli Mahmud Hindistan'a yaptığı 17 sefer ile İslamiyeti bu bölgede yaymış ve kast sistemine ilk büyük darbeyi vurmuştur.
f)II.Dünya Savaşı sonlarında kabul edilen Hint Anayasası ile kast sistemine tamamen son verilmiştir.
g)En önemli dinleri;
-Brahmanizm ve Budizmdir
h)Zengin yer altı ve yer üstü kaynaklara sahip oldukları için tarih boyunca istilalara uğramışlardır.

4-Çin Medeniyeti:
a)Çin medeniyeti Türk,Moğol ve Tibet kültürlerinin karışımıyla ortaya çıkmıştır.
b)İlk defa kağıt,matbaa,barut,pusula ve mürekkebi bulmuşlardır.
c)İpekçilikte ve porselen yapımında gelişmişlerdir.
Not:Çin'de maden az olduğu için porselen yapımında gelişmişlerdir.
d)Türk akınlarını önlemek için Çin Seddini yapmışlardır.
e)Maoizm,Laoizm,Taoizm,Konfiçyüs ve Budizm en önemli dinleridir.
Not:Budizm'den dolayı Çin'de mimari gelişmiştir.
f)Tarihte ilk derebeylik (feodalite) izlerine Çin'de rastlanmıştır.
g)Türkler hakkında bilgi veren ilk yazılı kaynaklar Çin kaynaklarıdır.
Not:Türklerle Çinliler arasındaki savaşların temek sebebi İpek Yolu ve Orta Asya hakimiyetidir.

5-Fenike Medeniyeti:
a)Site devletleri biçiminde yaşamışlardır.En önemli şehirleri Biblos,Sayda ve Sur'dur.
b)Doğu Akdenizde,Lübnan,Filistin civarında yaşamışlardır.
c)Ülkeleri dağlık olduğu için denizcilik yapmışlardır.
d)İlk denizci milletlerdendir ve koloniler (sömürge ve ticaret merkezi) kurmuşlardır.
e)İlk defa alfabeyi bulmuşlardır.
Not:Alfabeyi Fenikeliler bulmuş İyon ve Yunanlılar geliştirmiş Roma ise son şeklini vermiştir.
f)İlk defa camı ve boyayı bulmuşlardır.

6-İbrani Medeniyeti:
a)Yahudilerin atalarıdır.
b)Kutsal kitapları Tevrat'tır.
c)En önemli eseri Süleyman Mabedi (Mescid-i Aksa) dır.



Ege Uygarlıkları

Ege Uygarlıkları
1-Girit Medeniyeti:
a)Egedeki en eski uygarlıktır.
b)Krassos Sarayı en önemli eserleridir.
c)Donanmada ve gemicilikte çok güçlü oldukları için sur ve set yapımı görülmemiştir.

2-Miken (Aka) Medeniyeti:
a)Şatoları ve kuyu mezarları önemlidir.
b)Truvalılarla boğazlar için ilk savaş olan Truva Savaşını yapmışlardır.

3-Yunan Medeniyeti:
a)Atina,Sparta Karint,Teba,Megara ve Larissa gibi "Polis" adı verilen şehir devletleri biçiminde yaşamışlardır.
b)Tanrılarını eğlendirmek için düzenledikleri "Olimpiyatlar" Yunanistanda kültürel birliğin ve millet bilincinin oluşmasını sağlamıştır.
c)İlk demokrasi ve laiklik burada ortaya çıkmıştır.
d)Denizcilikle uğraşmışlar ve koloniler kurmuşlardır.
e)Drakon,Solon ve Klisteres yaptıkları kanunlarla sınıf çatışmalarını önlemeye çalışmışlardır.
f)Atina ve Sparta arasında Ege Denizi hakimiyeti için Polopornes Savaşı yapılmıştır.
g)Perslerle Yunanlar arasında Maraton Savaşı yapılmıştır.

4-Helen (İskender) İmparatorluğu:
a)Büyük İskender Persleri Anadolu'dan atmak için çıktığı Asya Seferi sonunda;
I.Yunanistan,Anadolu,Mezopotamya,İran,Mısır ve Hindistan'ı ele geçirerek Helenizm dönemini başlatmıştır.
II.Kozmopolitizm adı verilen dünya vatandaşlığı kavramı ortaya çıkmıştır.
III.İskenderiye ve İskenderun gibi büyük şehirler kurmuştur.
IV.Persleri yıkmıştır.
b)En önemli eserleri Zeus Tapınağı,İskenderiye Feneri ve İskender Lahdi'dir.
c)Arşimet ve Batlamyus en önemli bilim adamlarıdır.
d)İskenderin ölümünden sonra İmparatorluğu parçalanmış ve bunlar içerisinde en önemlisi Bergama Krallığı olmuştur.

5-Bergama Krallığı:
a)Parşomen kağıdını bulmuşlardır.
b)Dönemin en gelişmiş sağlık merkezi olan Asklepion Sağlık Merkezi'dir.


Sırp Sındığı Zaferi

Sırp Sındığı Zaferi
Sırp Sındığı Zaferi
     Orhan Gazi'nin ölümünden sonra Osmanlı tahtına Birinci Murat çıktı."Hüdavendigar" ve "Gazi Hünkar" unvanlarıyla anılan ve 27 yıl Osmanlı tahtında oturacak olan Birinci Murat zamanında hem Anadolu'da hem Avrupa'da birçok kale ve şehirler zapt edilmiş;zaferler kazanılmış ve devletin sınırları genişletilmiştir.

     İstanbul'un fethine kadar,Osmanlı Devleti'nin Avruoa'da merkezi olacak Edirne'nin alınması Balkan yolunu açmış,arkasından Filibe ve Eski Zağra da Osmanlı topraklarına katılmıştır.Osmanlıların Filibe'yi zaptı sırasında kaçan ve Sırbistan'a giderek Kral Beşinci Uroş'a sığınan Rum kumandanı,vakitgeçirmeden Türkleri durdurmak için yani bir Haçlı ordusu kurulması yolunda tahriklere başladı.

     Bu suretler kurulan ve mevcudu 60 bin kişiden oluşan Haçlı ordusu;Macar Kralı Layoş komutasında Edirne'yi geri almak ve Türkleri Avrupa'dan çıkarmak için harekete geçti.Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa bir yandan padişaha haber göndererek yardım istedi.Öte yandan Hacı İlbey kumandasında 10 bin kişilik bir süvari birliğini keşfe çıkardı.Hacı İlbey,10 bin akıncıdan oluşan kuvvetiyle sessizce ilerlemiş ve Haçlı ordusunu Meriç kıyısında bulmuştu.Çadırların yanına kadar sokulmayı başaran izci(komando) askerleri düşmanın horul horul uyuduğunu görmüşlerdi.

     Hacı İlbey,yanındaki on bin kişiyi üç kola ayırdı ve gece yarısı yaptığı bir baskınla düşmanı şaşırtarak müthiş bir paniğe uğrattı.Ani bir baskınla neye uğradığını anlamayan Haçlı askerlerinden bir kısmı Türkler zannıyla birbirlerine saldırıyor,bir kısım kurtuluşu kaçmakta görüyordu.Fakat savaşmaya kalkanları olduğu gibi kaçanlar da ölüm bekliyor,Meriç nehrine dökülüp boğuluyorlardı.

    Haçlı ordusundan canlarını kurtaranlar pek azdı.Yalnız Macar Kralı Layoş 
(Lüdvig) canını güçlükle kurtararak memleketine dönebilmişti.Osmanlılar'ın Haçlı ordularına karşı kazandığı bu zafer,tarihimizde "Sırp Sındığı Zaferi" olarak anılır.Çünkü burada Sırplar sındırılmış,yani kırılmış,perişan olmuşlardı.

     1364 yılında kazanılan Sırp Sındığı Zaferi;Rumeli'de Türklerin süratle ilerlemelerine vesile oldu.Sultan Birinci Murat,Sırpsındığı Zaferi'nin şükranesi olarak Bilecik'te bir cami,Yenişehir'de bir imaret,Bursa hisarında bir cami,Çekirge'de bir imaret,medrese ile kaplıca ve han yaptırmıştır.

Kaynak:Muhteşem Türk Zaferleri adlı kitaptan yaptığım kısa alıntıdır/Akçağ Yayınları

Miryakefalon Zaferi

  İkinci Kılıçarslan 1155 yılında Selçuklu Sultanı sıfatıyla"taht"'a çıktığı zaman,Türk yurdu Anadolu;iç çekişmelerin ve Haçlıların Bizans'a ve Kudüs'e uzanan yol (vadisi) haline gelmişti.Kılıçarslan önce,tahtta hak iddia eden iki kardeşi ve Haçlılarla uğraştı.Fakat Anadolu Türklüğünün en amansız hasmı (düşmanı) şüphesiz Bizans'tı.
  İmparator Manuel Komnenos,bir taraftan Bizans'ın Türk sınırları boyunca,kalabalık kuvvetlerle,Selçuklu arazisinde yağma ve tahribat yaptırırken diğer taraftan da Doğu Anadolu'daki Türk hükümetlerini de kendi tarafına çekip Kılıçarslan'a karşı birleştirmeye çalışıyordu.
  İmparator Manuel,Kılıçarslan'la bir dostluk anlaşması imzalamasına rağmen düşmanlığı bırakmamış,Türkleri Anadolu'dan atma hayallerinden vazgeçmemişti.İmparator,etrafındaki Türkleri çok iyi tanıyan ve sadece Türkmen kuvvetlerini sökmenin bile çetin bir iş olduğunu düşünen tecrübeli kumandanlarının ihtiyat ve itidal tavsiyelerini dinlemeyerek imparatorluğun dört yanından getirttiği kuvvetlerine ilave Macar,Sırp,Fransız,Peçeneklerden,ücretli birlikler meydana getirmiş,bunları ordusuna katmıştı.
  İmparator Manuel,kurnaz bir adamdı.Doğrudan Kılıçarslan'ın karşısına çıkmadı.Selçuklu başkentine giden en uzun yolu tercih etti.Onun düşüncesine göre,Sultan Kılıçarslan kendisini Eskişehir dolaylarında bekleyebilirdi.Fakat yanılmıştı.Bizans ordusunun büyük kısmı,Denizli'nin batısında Hoyran gölünün yakınında Greklerin Myrio Kephalon (Miryakefalon) dedikleri vadiye geldiği zaman Kılıçarslan'la karşılaştı.
  Bu sırada Kılıçarslan,kuvvetlerini geçidin (vadinin) iki yanındaki ve çıkışındaki dağların gerisine gizlemişti.Bizans ordusunun ağırlıklarını taşıyan arabalar geçide girer girmez,Türk atlıları yamaçlardan şimşek hızıyla inerek hücuma geçti.Türk süvarileriyle Bizans süvarileri arasında müthiş bir çarpışma oldu.Savaş gün boyu sürdü.Güneş batmak üzere iken,Bizans ordusu perişan olmuş,o büyük geçit onların cesetleriyle dolmuştu.İmparator Manuel ve maiyeti,esir alındı.Yıl 1176,Eylül'ün 17'si,günlerden cuma idi.
  Bu savaş sonunda 5.000 araba dolusu silah,cephane ve erzak ele geçirildi.Manuel Komnenos canını kurtarmak için ağır bir fidye ödedi.İkinci Kılıçarslan'ın bu kati sonuçlu zaferi,Türk-İslam ülkelerinde sevinçle karşılanarak şenlikler yapılmış,hilafet merkezi Bağdat,bayram havasına bürünmüş,şairler ,edipler Kılıçarslan'ı öven ve zaferini yücelten yazılar,kasideler,kaleme almışlardır.
  Miryakefalon Zaferi,Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerini ve bu toprakları yurt edinmelerini sağlayan zaferler zincirinin bir halkasıdır.

Kaynak:Muhteşem Türk Zaferleri adlı kitaptan yaptığım kısa alıntıdır/Akçağ Yayınları

Tarih Nedir?

Tarih Nedir? Sorusunun bilimsel ve algısal yanıtı, Tarih biliminin yöntemleri ve toplum nezdinde Tarihin tasfiri.

  Bu soru, hem olabildiğince genel hem de cevapları bakımından bir o kadar nicelikli bir sorudur. Tarih, göreceli olması bakımından tasviri cümle içinde farklı anlamlar taşıyabilmekle birlikte temelde anlam kökü bakımından tek bir hususu ifade eder ; Zaman.
Zaman, insanoğlunun hesaplama ve kategorize etmesiyle Tarih haline gelmiş, kategorize edilen Zaman evrelerine isimler verilerek anlaşılır olması sağlanmıştır. Anlam köküne indiğimizde Tarih Nedir sorusunun öz yanıtı başlı başına bir mevhum olan zamanın isimlendirilmesidir diyebiliriz. Bu bakımdan Tarih Bilimi, mana bakımından yanlış bir unvan ile anılmaktadır. Doğru anlamı yüklemek istersek “İnsanlığın Geçmişi” diyebiliriz. Zira Tarih Biliminin referans kabul edilen otoriteleri ve ülkeleri, bu bilim dalına Zaman değil “Geçmiş” derler.
Özetleyecek olursak “Tarih Nedir?” Sorusunun bizim sorduğumuz manada yanıtı “İnsanlığın Geçmişidir” diyebiliriz. Bu noktada, “Tarih Nedir?” sorusunun içerisinde yatan diğer tüm soru işaretlerini, Tarih Biliminin bakış açısı, yöntemleri, kapsama alanları ve doğrudan ya da dolaylı olarak muhatap olduğu diğer kuramları irdeleyerek yanıtlandırmamız gerekecektir. 


Tarih Nerede Başlar?

Tarih Nedir? Sorusunun ilk alt başlığı muhakkak ki “Tarih Nerede Başlar” sorusudur. Tarih, her ne kadar insanoğlunun varoluşu ile ilgilense de, dolaylı olarak İnsanlığın varoluşundan önceki dönemleri de içerisine almak zorunda kalır. Bu bakımdan Tarih, zamanın başladığı nokta da Zamanla birlikte başlar. Zamanın başlangıç ve bitiş noktası olmadığından Tarih, sonsuz bir ilim olarak karşımıza çıkacaktır. Bunun yanında Başlangıç noktası günümüz, yani bugünün ta kendisidir. Diğer tüm bilimlerin aksine Tarihin başlangıç noktası sürekli değişmek ve güncellenmek zorundadır. Ulaşabildiği son noktası ise Bigbang olarak anılan Yaratılış anıdır. Özetleyecek olursak, Tarih Bilimi bugünden başlar ve sonsuz geçmişe kadar uzanır. Ulaşılabildiği son nokta ise, ancak sis bulutlarının içerisinden görülebilen Yaratılış anıdır.


Tarih Neleri Kapsar?

Tarih, insanoğlunun her eylem ve söylemini içine alır. İlk insanın çoğalarak ilk toplumu meydana getirmesi ile ilk etapta toplumları kapsar. Sonrasında ise Toplumların kendileri has alışkanlık ve davranışlarıyla oluşturdukları toplumsal yapı olan Kültürleri içerisine alır. Müteakiben, birbirinden ayrılan toplumların özelleştirdiği Kültürlerin meydana getirdiği Medeniyetleri içerisine alır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Tarih’in neleri kapsadığı sorusunun yanıtı sırasıyla, Toplum, Kültür ve Medeniyet olarak yanıtlanabilir.
Bu üç ana başlık altında ise ayrı alanlar ve dallar karşımıza çıkacaktır. Toplum Tarihi alanı, insanoğlunun farklı Irklar haline gelmesi ile ayrışmaya başlaması, birbirlerinden biyolojik olarak farklılaşması ve Etnik unsurları oluşturması olarak Tarihin üç temel ayağından birisi olarak karşımıza çıkar. Kültür Tarihi alanı ise toplumların meydana getirdiği kültürleri, dilleri, davranış alışkanlıkları ve toplum olarak hareket biçimlerini irdeler. Medeniyet Tarihi ise toplumların, müstakil kültürleri ile meydana getirdikleri siyasi idare biçimleri, meydana getirdikleri medeniyet eserleri ve diğer medeniyetler ile münasebetlerini inceler.
Muhakkak ki Tarih bilimi, tüm alanları ile birbirlerine bağlantılı ve muhtaçtır. Bu bakımdan toplum, kültür ve medeniyet tarihleri muhakkak ki birbirlerinden beslenmekte, desteklenmekte ve birbirlerine tesir etmektedirler. 


Tarih Biliminin Yöntemleri?

Tarih Bilimi, sunduğu bilgilerin temini bakımından kapsadığı alanlar kadar çeşitlilik arz etmektedir. Tarihi bulguları ortaya çıkartan bilgilerin temin edilmesi, derlenmesi, yazıya dökülmesi, yorumlanması, farklı yorumlara açılması ve teyit-tenkit süzgecinden geçirilmesi amacıyla muhtelif yol ve yöntemlerle geliştirilmektedir. Bu evreler, sırasıyla Kaynak Arama, Tasnif, Tahlil, Tenkit ve Terkib olarak belirlenmiştir. Tüm dünya tarihçileri, Tarih bilimini bu menval ve kapsamda değerlendirir ve kullanılabilir veri haline getirirler.
Kaynak Arama : Bulgu niteliği taşıyan tüm materyal, iz, emare ve bilimsel tespitler hammadde olarak kullanılır. Kaynakların aranması, elde edilen kaynakların tarihsel bulgu olarak değerlendirilebilecek niteliğe sahip olduğunun anlaşılması ile tarih bilimine hammadde sunulur. Bu alandaki bilim dallarının başında Arkeoloji gelmektedir.
Tasnif : Elde edilen kaynakların Tahlil edilebilmesi amacıyla düzenlenerek tasnif edilmesi işlemi, Kaynak Arama etabından sonraki ara evre olarak karşımıza çıkar. Belgelerin doğru incelenebilmesi, daha hızlı tahlil edilebilmesi ve karşılaştırılabilmesi için Tasnif mühim bir evredir.
Tahlil : Bulguların tahlili, üzerinde çalışılan konu ile ilgili kaynakların doğruluğu, zaman ve mekan bütünlüğü ve güvenilirliği ile ilgili çalışmaların gerçekleştirilerek bulguların bilgi haline gelmesini sağlayan evredir. Tahlil evresi ile tarihsel bilgilerin ne denli itibar edilebilir olduğu bir filtreden geçirilerek bilimselliği ve tutarlılığı teyit edilir. Tahlil evresinden sonra bilgi, tarihsel bir değer kazanır.
Tenkit : Tenkit evresi, bilgi haline gelen tarihsel bulgunun tahlilinden sonra, söz konusu bilginin doğruluğunun ve itibar edilebilirliğinin sınandığı evredir. Tenkit evresinde, tahlil edilen bulgu karşıt ve ihtilaflı bir bakış açısıyla değerlendirilerek olası hataları ve yanlışları sınanır. Böylelikle doğruluğu tahlil edilmiş olan bilginin paralel tarihsel kayıtlar ile tezat oluşturup oluşturmadığının incelenerek teyit edilir.
Terkip : Terkip evresi, tarihsel araştırmalarla elde edilen bilgilerin tahlil ve tenkidinden sonra kullanılabilir hale getirilmeye hazırlanması ve bilgi dağarcığına eklenmesi işlemidir. Terkip edilen tarihsel bilgi, Terkip evresinden sonra araştırmacılar ve bilgi edinmek isteyenlerin ulaşabilmesi amacıyla yazılı, görsel ve diğer muhtelif yöntemlerle anlaşılabilir ve anlatılabilir olmasını sağlar.


Tarih Nedir? Sorusunun cevabı, yukarıda belirtildiği gibi bilimsel ve algısal olmasının yanında görecelidir de. Tarih’in bilim ile münasebeti, muhakkak ki insanın tarih ile münasebetinden daha önemli değildir.
Tüm bu bilimsel ve mantıksal bakış açılarının ötesinde, Tarih bilimini daha anlaşılabilir hale getirmek istersek şu açıklamayı yapmak daha izah edici olacaktır; Tarih, toplumların hafızası ve geçmişidir. Her insan, geçmişinde biriktirdiği hatıralarını, tecrübelerini, hatalarını ve başarılarını hafızasında tutarak bu bilgilerden aldıkları dersler ve tecrübeler ile yeni kararlar verirler. Her insan, karakteri ve yapısı ne olursa olsun geçmişlerinde yaşadıkları kötü anlardan ders çıkartır, güzel anlardan ise keyif alırlar. İşte bu bağlamda, Tarih toplumların geçmişidir diyebiliriz. Her toplum, müstakil alışkanlıkları, kültürleri, değerleri ve farklılıklarıyla kendi istikballerini, geçmişlerinde edindikleri tecrübeler ve hatıralar ile şekillendirir, toplumsal geçmişlerindeki başarılarından keyif alarak başarısızlıklarından ders çıkartırlar. Tarihini, yani toplumsal geçmişini hatırlamayan bir toplum, hafızasını kaybetmiş bir insandan farksızdır. 

Kaynak:www.turktarihim.com

Takvimler

On İki Hayvanlı Takvim:
1)Güneş yılı esasına dayanır.
2)Her yıla hayvan adı verilir.
3)Türklerin kullandığı ilk takvimdir.
4)Günümüzde Çin,Tibet,Sibirya taraflarında kullanılmaktadır.

Celali Takvim:
1)Güneş yılı esasına dayanır.
2)Büyük Selçuklu Devleti'nde sadece mali işlerde kullanılmak için yapılmıştır.
3)Melikşah tarafından Ömer Hayyam'a yaptırılmıştır.
4)Melikşah'ın tahta çıktığı 1079'u başlangıç olarak kabul eder ve yılbaşısı nevruzdur.
5)Babürler tarafından da kullanılmıştır.

Hicri Takvim:
1)Ay yılı esasına dayanır.
2)İlk defa Hz.Ömer tarafından yaptırılmıştır.
3)622'deki Hicret olayını başlangıç kabul eder.
4)1 Ocak 1926'ya kadar Türkiye'de kullanılmıştır.
5)Günümüzde Türkiye'de dini günlerin belirlenmesinde kullanılır.

Rumi Takvim:
1)Güneş yılı esasına dayanır.
2)Osmanlı Devleti'nde mali işlerde kullanmak için yapılmıştır.
3)I.Mahmut tarafından yaptırılmıştır.
4)622'deki Hicret olayını başlangıç kabul eder.
5)1 Ocak 1926'ya kadar Türkiye'de kullanılmıştır.

Miladi Takvim:
1)Güneş yılı esasına dayanır.
2)Güneş takvimini ilk defa Mısırlılar bulmuş İyon ve Yunanlılar geliştirmiş Romalılar ise son şeklini vermiştir.
3)Son şeklini Romalı Papa XIII.Gregorius verdiği için Gregoryen Takvimi olarak da bilinir.
4)Hz.İsa'nın doğumunu başlangıç kabul eder.
5)1 Ocak 1926'dan itibaren Türkiye'de kullanılmıştır.



Mezopotamya Uygarlıkları

Mezopotamya Uygarlıkları
Sümerler:
1)Ur,Uruk,Lağaş,Kiş,Eridu gibi site(şehir) devletleri biçiminde yaşamışlardır.
2)Şehirlerin başında "Patesi" veya "Ensi" adı verilen rahip-krallar bulunur(teokrasi)
3)Lugal adı verilen büyük kralları vardır.
4)Ziggurat adlı tapınakları önemlidir.
5)İlk defa çivi yazısını bulmuşlardır.
6)İlk yazılı kanunlar olan "Urgakina Kanunlarını" yapmışlardır
7)Gılgamış-Yaratılış ve Tufan Destanlarını yazmışlardır.
8)Mimaride Kubbe stilini ve tekerleği bulmuşlardır.
9)Akbaba Sütunu dikmişlerdir.
10)Matematikte dört işlemi ve alan,uzunluk,hacim,ağırlık ölçülerini bulmuşlardır.
11)Ay Takvimini ve burçları bulmuşlardır.

Akadlar:
1)İlk imparatorluk ve ilk merkezi devletdir.
2)İlk defa devamlı ve düzenli orduyu kurmuşlardır.
3)Zafer Anıtını dikmişlerdir.

Asurlar:
1)Başkentleri Ninova'da ilk kütüphaneyi kurmuşlardır.
2)İlk atlı süvari birliklerini kurmuşlardır.
3)"Karum" adı verilen ticaret pazarları kurmuşlardır.
4)Anadoluya gelen Asurlu tüccarlar Anadolu'ya yazıyı getirmişler ve Anadoludaki ilk yazılı belgeler olan "Kültepe-Kaneş Tabletlerini" dikmişlerdir.
5)Anadoludaki tarih çağlarını başlatmışlardır.

Babiller:
1)En önemli kralları olan Hammurabi ilk anayasayı yapmıştır.
2)Anayasa kısasa kısas(göze göz,dişe diş)esasına dayanır.
3)İlk mutlak monarşik devlettir.
4)Babil Kulesi ve Asma Bahçeleri en önemli eserleridir.

Elamlar:
1)Mezopotamyadaki en zayıf devlettir.
2)Madencilikte ve çanak,çömlek yapımında ilerlemişlerdir.

Not:Mezopotamyadaki eserler kerpiçden yapıldığı için savaşlar nedeniyle günümüze kadar gelememişlerdir.
Not2:Site devleti olan yerlerde başkent merkezi otorite ve siyasi birlik yoktur.Buna karşın özgür düşünce ortamı oluşur ve bilim gelişir.





Halid Bin Velid Kimdir?

Halid Bin Velid
Halid Bin Velid (Arapça: خالد بن الوليد)
Doğumu: 592
Ölümü: 642
Seyfullah (Allah'ın kılıcı) olarak da bilinen Arap komutan. Hudeybiye anlaşması sonrasında Müslümanlığı seçene kadar Kureyşlilerin saflarında sonrasında İslam devletinin emrinde savaşmıştır. Kureyşlilerin Uhud savaşında yenilmemelerinde kilit rol oynamış, emrindeki süvarilere yaptırdığı manevra ile Müslümanların yenilmesini sağlamıştır. Müslüman olduktan sonra Bizans ve Sasanilere karşı zaferler kazanmıştır. Bunların en dikkat çekeni Yermük nehri kıyısında Bizans ordusunu bozguna uğrattığı savaştır. Katıldığı yüzü aşkın savaşta yenilgiye uğramamıştır. Halid bin Velid savaş kaybetmemiş nadir komutanlardandır.

Suriye ve İran'ı üç yıl gibi kısa bir süre içerisinde İslam devletine bağlamıştır. Fetihleri Anadolu'da Kahramanmaraş'a kadar uzanmıştır. 638 yılında Ömer tarafından ordu komutanlığından alınıp idari bir görev verilmiştir. Bir yıl sonra bu görevden istifa etmiştir. 642 yılında savaş meydanında ölmediğine üzülerek yatağında eceliyle can vermiştir.

Bedir ve Uhud savaşlarında henüz müslüman olmadığından düşman birliklerinden birinin kumandanıydı. Hudeybiye’de de düşman tarafında bulundu. Hz. Hâlid bin Velid’in kardeşi Velid, Bedir’de esir edildi. Fidye karşılığında serbest bırakılıp Mekke’ye dönünce imâna geldi ve tekrar Medine’ye döndü. Oradan, Hz. Hâlid bin Velid’in müslüman olması için teşvik edici mektublar gönderdi. Peygamber efendimiz Umre yapmak için Mekke’ye gidince, Hz. Hâlid bin Velid saklandı. Hz. Peygamberimize görünmedi. Hz. Hâlid bin Velid’in kardeşi Velid de, Peygamber efendimizin yanında bulunuyordu. Sevgili Peygamberimiz Ona “Hâlid nerelerde? Onun gibi birinin İslâmiyeti tanımaması, bilmemesi olamaz. Keşke o, bütün gayret ve kahramanlıklarını müslümanların yanında müşriklere karşı gösterseydi ne kadar hayırlı olurdu. Kendisini, sever, üstün tutardık.” buyurdu. Hz. Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin bu sözlerini haber alınca İslâma meyli arttı. Hz. Peygamberimizin yanına gitmek için toparlandı. Bunu kendisi şöyle anlatıyor. “Allahü teâlâ bana ihsan etti. Kalbime İslâm’ın sevgisini yerleştirdi. Hayrı ve Şerri ayıracak hale getirdi. Kendi kendime, “Ben Muhammed’e (s.a.v.) karşı her savaş yerinde bulundum. Ama bulunduğum her savaş yerinden ayrılırken, bozuk ve yanlış bir hâl üzere olduğumu ve Muhammed’in (s.a.v.) bir gün mutlaka bize galip geleceğini biliyordum. Bunu sezmiş olarak oradan ayrılıyordum. Resûlullah (s.a.v.) Hudeybiye’ye geldiği zaman, ben de düşman süvarilerinin başında bulunuyordum.” Usfan’da onlara yaklaşıp gözüktüm. Resûlullah (s.a.v.) bizden emin bir şekilde, Eshâbına öğle namazı kıldırıyordu. Üzerlerine ânî baskın yapmak istedik, ama mümkün olmadı. Böyle olması da hayırlı oldu. Muhammed (s.a.v.) kalbimizden geçenleri anlamış olmalı ki, ikindi namazını temkinli olarak kıldılar. Bu durum bana çok tesir etti. “Bu zât her hâlde, Allah tarafından korunuyor ölmedi” dedim. Birbirimizden ayrıldık. Ben çeşitli düşünceler içinde bulunuyorken Muhammed (s.a.v.) Umre etmek için Mekke’ye gelince ondan gizlendim. Kardeşim Velid de Onunla beraber gelip beni bulamayınca, şöyle bir mektûb yazıp bırakmıştı. “Bismillahirrahmanirrahîm. Allahü teâlâya hamd ü sena ve Resûlullaha salât ü selâmdan sonra derim ki, hakikaten ben, senin İslâmiyyetten yüz çevirip gitmen kadar şaşılacak görüş bilmiyorum. Halbuki, gittiğin yolun yanlış olduğunu anlıyabilecek haldesin, niye aklını kullanmıyorsun? İslâmiyet gibi bir dîni tanıyamamak, anlıyamamak ne kadar tuhaf. Hz. Peygamberimiz, bana seni sordu. Senin, İslâmiyyeti tanıman, gayret ve kahramanlığını Müslümanların arasında, müşriklere karşı kullanman, Peygamber efendimizin arzusudur. Ey kardeşim! Çok fırsatları kaçırdın; ama, daha fazla gecikme!”
Kardeşimin mektubu bana ulaşınca, müslüman olma arzusu bende çok kuvvetlendi. Gitmek için acele ediyordum. Resûlullah’ın (s.a.v.) söyledikleri beni çok sevindirmişti. O gece uyurken, rüyamda sıkıntılı dar ve çöl gibi susuz yerlerden, yemyeşil geniş ve ferah bir yere çıkmıştım. Medineye varınca bu rüyamı Hz. Ebû Bekir’e anlatıp, tabirini ondan sormaya karar verdim.
Ben Resûlullah’a (s.a.v.) gitmek için toparlanırken, “Acaba oraya giderken bana kim arkadaş olabilir” diye düşünüyordum. Safvân bin Ümeyye’ye rastladım. Vaziyeti ona anlattım. O teklifimi reddetti. Daha sonra İkrime bin Ebû Cehil’e rastladım. O da aynı şekilde davetimi red edince evime gittim. Hayvanıma binip Osman bin Talha’nın yanına gittim. Ona da aynı şekilde, müslüman olmak üzere, Hz.Peygamberimize gideceğimizi, kendisinin de gelmesini söyledim. Tereddütsüz kabul etti ve ertesi günü seher Vakti beraberce yola çıktık. Hadde denilen yere vardığımızda Amr bin Âs ile karşılaştık. O da müslüman olmak için Medine’ye gidiyordu. Hep beraber Medine’ye vardık. Elbisemin en güzelini giyip Resûlullah efendimizle görüşmeğe hazırlandım. O sırada kardeşim Velid geldi ve “Acele et. Çünkü Peygamberimize (s.a.v.) sizin geldiğiniz haber verilmiş ve O da çok sevinmiştir. Şimdi sizi bekliyor” dedi. Ben de acele ile O yüce Peygamberin huzuruna vardım. Gülümsüyordu. Selâm verdim, “Allah’dan başka ilâh olmadığına ve senin de Allah’ın Peygamberi olduğuna şehâdet ediyorum” dedim. “Sana hidâyet eden, doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun.”buyurdu. Sonra günahlarımın affı için Allahü teâlâ’ya duâ etmesini istedim. Benim için duâ etti ve“İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları kesip atar.” buyurdu. Diğer iki arkadaşım da Müslüman oldular.
Peygamber efendimiz bana kendi evinin yanında bir yer verdi. Beni savaşta hep süvari birliklerinin başına kumandan tayin etti. Daha sonra Mekke’de iken gördüğüm rüyayı Hz. Ebû Bekir’e anlattım. O da “Görmüş olduğun o ferahlık yer, Allahü teâlâ’nın, seni, müşriklikten İslâmiyete erdirmesidir” buyurdu. Hz. Hâlid bin Veîid’in müslüman olması hicretin sekizinci yılında oldu. Müslüman olduktan sonra Medine’de yerleşti.
Hz. Hâlid bin Velid, müslüman olduktan sonra ilk olarak Mûte gazasında bulundu. İslâm askeri Mûte’ye hareket ederken Peygamber efendimiz “Cihada çıkacak olan şu insanlara Hz. Zeyd bin Hârise’yi kumandan tayin ettim. Eğer o şehîdolursa yerine Cafer bin Ebî Talih geçsin. O da şehîd olursa yerine Abdullah bin Revâhâ geçsin. Eğer o da şehîd olursa, ar anızda münâsib gördüğünüz birini seçip ona tâbi olursunuz,” buyurdu. Mû’te harbi başladı. Şiddetli çarpışma olurken; Hz. Zeyd bin Hârise, Hz. Cafer ve Hz. Abdullah bin Revâhâ şehîd oldular. Sancak Hz. Sâbit bin Akrem’e verildi. O, sancağı bir yere dikip, mücâhidleri yanına çağardı. Herkes toplanınca “Aranızdan birini kendinize kumandan olarak seçiniz ve ona tâbi olunuz.” dedi. “Biz seni kumandan seçtik” dediler. “Ben bu işi yapamam” dedi ve Hz. Hâlid bin Velide dönerek, “Yâ Hâlid! Senin savaş tecrüben, askerî bilgin, askeri heyecanlandırarak harekete geçirmen benden fazladır. Sancağı acele al. Savaş devam ederken bu işlerle oyalanmamız bizim aleyhimize oluyor” dedi. Böylece Hz. Hâlid bin Velid sancağı aldı. Akşam vakti yaklaşmış idi. Güneş batıncaya kadar pek müthiş çarpıştı. Onun bu maharetine kâfirler bile şaşırdılar. Akşam oldu. Sabahleyin tekrar saldırıacakdı. Hz. Hâlid bin Velid, şaşılacak derecede askerî dehâya ve muharebe tecrübelerine sahip bir kahramandı. Sabah olunca, İslâm askerinin, düzenini değiştirdi. Sağ taraftakileri sol tarafa, sol taraftakileri sağ tarafa, ön taraftakileri arka tarafa ve arka taraftakileri ön tarafa aldı. Rum askerleri, daha önce tanımış oldukları kişilerle karşılaşmayınca hepsi birden şaşırdılar. “Demek ki bunlara yardımcı kuvvetler gelmiş” diyerek korkuya kapıldılar. Hz. Hâlid bin Velid’in kumandasın daki mücâhidler, Rum askerlerinin morallerinin bozulmasından istifade edip, hücuma geçtiler. Üç bin kişilik İslâm askeri Heraklius’un yüzbin kişilik ordusunu bozguna uğrattı. Başkumandan Hz. Hâlid bin Velid’in elinde, o gün dokuz kılıç parçalandı. Rum askerinin çoğu kılıçtan geçirildi. Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velid’in bu, fevkalâde başarısını haber aldığı zaman onu (Seyfullah=Allah’ın kılıcı) lâkabı ile şereflendirdi.
Hz. Hâlid bin Velid, bundan sonra Mekke’nin fethinde bulundu. Ordunun sağ kanadının kumandanı idi. Hissedilir bir mukavemetle karşılaşmadan, ilk önce Hâlid bin Velid’in (r.a.) kumandan! olduğu birlik, daha sonra Hz. Zübeyr bin Avvâm, Muhâcir süvarilerle Mekke’ye girdi. Nihayet, Peygamber efendimiz, hicretin sekizinci yılı Ramazan-ı şerîf ayı, on üçüncü Cuma günü Mekke’nin fethini ihsan ettiği için Allahü teâlâ’ya şükranından ve tevazu’undan dolayı mübârek başını eğmiş bulunuyordu. Yüksek sesle Fetih sûresini okuyarak Mekke-i Mükerreme’ye girdiler. Mekke’nin fethinden bir hafta sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.) etrafa askerî birlikler gönderip, İslâma uymayan her şeyi değiştirmelerini, düzeltmelerini emretti. Hz. Hâlid bin Velid, otuz süvari ile birlikte Uzzâ putunu yok etmek için gönderildi. Uzzâ, Nahle’de üç sakız ağacı veya büyük dikenli ağaç idi. Bunun yanında Gatafan kabilesinin tapdıkları bir put vardı. Bu put, müşriklerce en büyük put sayılırdı. Hz. Hâlid bin Velid gitti ve bu putu yok etti. Uzzâ ağacını da kesip, oranın kapıcısı olan Dâbbe’yi öldürdükten sonra geri döndü. Peygamber efendimiz (s.a.v.) memnun oldular. Bundan sonra, Hz. Hâlid bin Velid, üçyüzelli kişi ile beraber, Benî Cezîme kabilesini İslâm’a davet için gönderildi.
Mekke feth edilince; Evtas, Sakif ve Hevâzîn kabileleri birleşerek Müslümanlara karşı, binlerce kişilik bir ordu meydana getirdiler. Hz. Hâlid bin Velid, bu gazada süvari birliğinin kumandanı olup en önde çarpışıyordu. Çok büyük kahramanlık gösterdi. Birara yaralandı. Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velid’in yaralandığını işitti. Düşmanlar bozguna uğratıldıktan sonra, Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velid’in yerini sordu. Gösterdiler. Peygamber efendimiz geldi, yarasına baktı. Yaranın iyileşmesi için duâ buyurdu. Allahü teâlâ’nın izniyle yara iyileşti. Huneyn muharebesinde bozguna uğrayan kâfirler Taif kalesine sığınıp, kale kapılarını kapattılar. Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velid’i bin kişilik bir kuvvetle, Önden yola çıkardı. Hz. Hâlid bin Velid, Taif kalesini muhasara etti. Çarpışmak için er diledi. Kimse kale kapısından çıkıp çarpışmağa cesaret edemedi. Müşrikler, kaleyi çok iyi şekilde tamir edip bir yıllık yiyeceklerini depo etmişlerdi ve dışarı çıkmıyorlardı. Kale içinde bir sıkıntıları yoktu. Peygamber efendimiz, kalenin fethi için şimdilik izin verilmediğini buyurunca, İslâm askeri geri döndü.
Hicretin dokuzuncu senesinde, Bizanslıların. müslümanİara karşı, Şam civarında 30.000 kişilik bir ordu hazırladıkları haberi alındı. Haber kat’î olmamakla birlikte, derhal İslâm ordusu hazırlanıp gönderildi. Bu ordu Tebûk Mevkiinde 20 gün kadar bekledi. Civarda yaşayan Arabların hepsi Hıristiyan olup, Rum Kayserine bağlıydılar. Herhangi bir savaş halinde, bunlardan İslâm ordusuna zarar gelmemesi için, itaat altına alınmaları gerekiyordu. Ezrah ve Eyle adındaki reisler, itaati kabul ettikleri halde Ekider adlı reis kabul etmedi. Hz. Peygamberimiz, Hz. Hâlid bin Velid’e “Dörtyüzyirmi sahabe ile git. Ekîder’i zahmetsiz, alır gelirsiniz. İnşâallah onu dışarıda avlanırken yakalarsınız.” buyurdu. Hz. Hâlid bin Velid, emre uyarak, derhal hareket etti. Oraya varınca, hakîkaten Ekîder’i avlanırken yakaladılar, diri olarak Hz. Peygamberimize teslim ettiler. Ekîder cizye vermeği kabul ettiğinden, kendisine emân verilip serbest bırakıldı. Tebûk” gazâsından sonra, kabileler, grup grup Medine’ye geldiler ve müslüman oldular. Bunun için o seneye (elçiler yılı) denildi.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Hâlid bin Velid’i Benî Huzeyme kabilesini İslâm’a davet için gönderdi. Onlarla anlaşma yaptı. Hicretin onuncu senesinde, yine Hz. Hâlid bin Velid’i (r.a.) Hâris bin Ka’boğullarına gönderdi. Peygamber efendimiz ilk üç gün kılıç kullanılmamasını tenbih etmiş idi. Bunun için Hz. Hâlid bin Velid tatlılıkla işi halletti ve onlar da İslâm’ı kabul ettiler. Hz. Hâlid bin Velid, Hâris bin Ka’boğullarının İslâm’a gelmesi üzerine, Peygamber efendimize bir mektûb gönderdi.
Bu mektûb şöyledir:
“Bismillahirrahmanirrahîm.
Allahü teâlâ’nın Resûlü, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm’a Hâlid bin Velid tarafındân.
Esselâmü Aleyke Yâ Resûlallah.
Kendisinden başka ilâh olmıyan Allahü teâlâ’ya hamd ederim. Yâ Resûlallah, beni Hâris bin Kâ’b Kabilesine gönderdiniz. Onlarla üçgün muharebe etmememi ve İslâm’a davet etmemi, müslüman olurlarsa aralarında kalmamı ve İslâmın esaslarını, Allahü teâlâ’nın kitabını ve Resûlünün sünnetini öğretmemi, eğer müslüman olmazlarsa muharebe etmemi emir buyurmuşturuz.
Ben de, emr-i şerîfleriniz üzere hareket ederek, Hâris bin Ka’boğullarına üçgün nasihat edip, İslâm’ı tebliğ ettim. Süvarilerim “Ey Benî Hârisler! Selâmete ermek isterseniz, müslüman olunuz” diye onları İslâm’a davet ettiler. Onlar, hiç çarpışmadan müslüman oldular. Ben de onlara, Allahü teâlâ’nın emirlerini Resûl Aleyhisselâm’ın sünnet-i şerîflerini öğrettim. Yâ Resûlallah. Bundan sonra, nasıl hareket etmem gerektiği hakkında ikinci bir emr-i şerîfiniz gelinceye kadar burada bekliyeceğim.
Esselâmü aleyke Yâ Resûlallah.”
Peygamberimiz (s.a.v.) de, Hz. Hâlid bin Velid’in mektubuna şöyle cevap yazdırdılar:
“Bismillahirrahmanirrahîm.
Allahü teâlâ’nın Resûlü Muhammed Aleyhisselâm’dan, Hâlid bin Velid’e,
Esselâmü aleyke Yâ Hâlid, Allahü teâlâ’ya Hamdederim. Benî Hâris bin Kâ’blıların kendileriyle çarpışmanıza ihtiyaç kalmadan müslüman olup, Allahü teâlâ’nın birliğine ve Muhammed’in, O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ettiklerini ve hidâyete kavuştuklarını haber veren mektubunu elçiniz bana getirdi.
Onları, Allahü teâlâ’nın ve Resûlünün emirlerine göre hareket ederlerse âhıret ni’metleriyle müjdele. Eğer aykırı hareket ederlerse âhıret azâblarıyla korkut. Sonra buraya gel Onların elçileri de seninle beraber gelsin.
Vesselâmü aleyke ve Rahmetullahi ve berekâtühü.”
Bundan sonra, Peygamber efendimiz Hz. Ali’yi, bir müfreze ile Yemen’e arkasından O’na yardım etmeleri için, Hz. Hâlid bin Velid’i de bir müfreze ile gönderdi. Hz. Ali’ye ulaştıkları zaman, ona tâbi olmalarını tenbih etti. Gittiler. Yemen halkı biraz karşı koydu ise de az bir çarpışmadan sonra, İslâm’ı kabul ettiler.
Hz. Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin vefâtlarından sonra Hz. Ebû Bekir devrinde, ortaya çıkan ve Peygamberlik iddiasında bulunan bazı kimseler üzerine yürüdü. Bunlardan Tuleyha ve Avânesini öldürdü, Ayniye bin Husayn’i yakalayıp Medine’ye getirdi. Yemâme de Müseylemet-ül-Kezzab’ın ordusunu dağıttı. Bu muharebede Müseyleme’nin ordusundan 20 bin kişi, Müseyleme de Hz. Vahşi tarafından öldürüldü, İslâm ordusundan 2000 asker şehîd oldu. Bundan sonra Hz. Hâlid bin Velid, mürted olanlarla ve zekat vermek istemeyenlerle uğraştı. Daha sonra, İslâm’ın yayılması için, Irak tarafına gönderildi. Muzar muharebesinde 30.000 İran askeriyle çarpıştı. Galip geldi. Çoğunu.nehre döktü, İranlı kumandan Hürmüz’le müthiş çarpışmalar oldu. Hz. Hâlid bin Velid’in kumandanlarından Hz. Ka’kabin Amr fevkalâde kahramanlıklar gösterdi, kalın zincirlerle yapılmış istihkâmları kırdı. İran ordusuna karşı muzaffer oldular.
Hz. Hâlid bin Velid, Hire üzerine yürüdü. Kaleyi kuşattı. Görüşmek üzere bir kimse istedi. Hireliler: “Oldürmezseniz göndeririz” dediler. Hz. Hâlid bin Velid öldürmeyeceklerini söyleyince Abdülmesih bin Hayyam bin Bukayle ile Hîre valisi, Hz. Hâlid’in huzuruna geldiler. Hz. Hâlid onlara: “Sizi Allah’a ve İslâm’a davet ediyorum. Eğer müslüman olursamz, müslümanlara ait olan haklara sahip olursunuz ve müslümanın yapacağı vazifeleri de yaparsınız. Bunu kabul etmezseniz, cizye verirsiniz. Bunu da kabul etmezseniz, sizin yaşamaya karşı olan hırsınızdan daha fazla şehîd olmaya karşı hırslı olan bir orduyla geldim” dedi. Bunları söylerken Abdülmesih’in elinde bir şişe gördü, şişede-kinin ne olduğunu sordu. Abdülmesih şöyle cevap verdi: “Yâ Hz. Hâlid! Bu zehirdir. Eğer sen, bizim arzularımıza uygun bir anlaşma yaparsan ne âlâ. Milletimin arzularına uygun olmayan bir anlaşma ile gitmektense, bu zehiri içerek hayatıma son vereceğim.” Hz. Hâlid bin Velid, zehiri Abdülmesih’in elinden aldı ve “Bismillahillezi la yedurru ma’asmihi şey’ün fil erdi ve la fissemâi ve hüves-semî’ul-alîm.” diyerek sonuna kadar içti. Abdülmesih ve Hîre valisi, Hz. Hâlid bin Velid’i hemen ölecek diye boş yere beklediler. Sonra Abdülmesih ve Vali anlaşma şartlarını görüşmek üzere kaleye girdiler. Halk onları merakla bekliyordu. Abdülmesih onlara: “Ben, kendilerine zehir tesir etmeyen bir kavmin yanından geliyorum” dedi. Kavmiyle istişare edip tekrar Hz. Hâlid bin Velid’in yanına gelerek: “Biz, sizinle harp edemeyiz. Fakat dîninize de giremeyiz. Size cizye vermeğe hazırız” dedi. 90 bin dinar üzerinden sulh anlaşması yaptılar. Hz. Hâlid bin Velid, Hirelilerle yaptığı sulhnameyi bitirince İran hükümdarına ve erkanına bir mektûb yazdı. Bu mektûb aynen şöyledir.
“Bismillahirrahmanirrahîm,
Hâlid bin Velid’den, Rüstem, Mihran ve Acem reislerine. Selâm, hidâyete kavuşanlara olsun. Allahü teâlâ’ya hamd ederim. Onun kulu ve Resûlü olan Hz. Muhammed Aleyhisselâma salâtü selâm olsun.
Yaptığınız bütün çalışmalarınızı dağıtan, topluluğunuzu parçalayan, sözlerinizde sizi ihtilâfa düşüren, gücünüzü kuvvetinizi zayıflatan, mülk ve hakimiyetinizi elinizden alan Allahü teâlâ’ya sonsuz şükürler olsun.
Bu mektubu Hîrelilere, İran’a gönderilmek üzere teslim etti. Hz. Hâlid bin Velid buraları emniyet altına aldıktan sonra, Anbar kalesini muhasara etti. Sulh yoluyla şehri ele geçirdi`Bundan sonra, Mehran’ın, müslümanlarla savaşmak üzere Aynüttemr’de hazırlık yaptığını haber aldı. Üzerine giderek bu kaleyi de fethetti. Bu sırada, Dûmet-ül-Cendel’de, Ekîder ve etrafındaki kabile reisleri ayaklandılar. Bunlar için İyâd bin Ganem (r.a.) gönderilmişti. Bu, Hz. Hâlid bin Velid’den yardım istedi. Hz. Hâlid gelip, Dûmet-ül-Cendel’i iki taraftan kuşattılar. Hz. Halîd, Dûmet-ül-Cendel’in reislerinden Gûdî’yi öldürdü. Az zaman sonra kale müslümanların eline geçti.
Hz. Hâlid bin Velid, bundan sonra Hîre’ye geri döndü. Bu sırada, İranlılar Elcezire’yi (Irak) geri almak için hazırlanmışlardı. Hz. Hâlid, ani bir gece baskını ile İran ordusunu dağıttı. Hz. Hâlid’in üstün gayretleri neticesi bu mıntıkaya hakim olundu. Hz. Hâlid, yavaş yavaş Fırat tarafına ilerledi. Burası, asker sevkiyatı için çok mühim bir mevki idi. Fırat nehri kenarında, gayri müslim Arablar, Rumlar ve İranlıların müşterek ordusu ile çetin bir muharebe oldu. Bu büyük zaferin elde edilmesi ile Irak’ın her tarafı müslümanların hakimiyetine girmiş oldu. Bundan sonra, Halife Hz. Ebû Bekir, Hz. Hâlid bin Velid’e Şam tarafına hareket etmesini emretti. Derhal yola çıktı. Bir çok yerleri. ele geçirerek Busra’ya ulaştı. Busra’da İslâm ordusu hücum etti. Müslüman ordusu karşısında aman dilediklerinden onlarla cizye ve haraç vermek şartıyla sulh yapıldı. Böylece Busra’lılar can ve mallarını teminat altına aldılar. Bu İslâm ordusu Ecnadeyn de yapılan savaşta da galip geldikten sonra, Şam civarına geldiler. Şehir üç taraftan muhasara edildi. Üç ay süren muhasarada netice alınamadı. Şehirde, bir gün, patriklerden birinin bir oğlu dünyâya geldi. Halk her şeyi unutup, bayram yapmaya başladılar. Hz. Hâlid bin Velid geceleri uyumayıp vaziyeti araştırırdı. Askerî dehâsı ve halkın bu zaafından istifâde edip, ordusuna hücum emri verdi ve ordu şehre girdi. Fahl mevkiinde Rumlarla yapılan savaşta, Rum orduları perişan edilerek, zafer kazanıldı. Şam’da yapılan ikinci karşılaşmada, Rumların bütün orduları yok edilinceye kadar savaş devam etti. Ard arda yenilen Rumlar, Anadolu’da papazlar vasıtasıyla köy köy dolaşarak asker topladılar. Büyük bir haçlı seferi düzenlediler. 240 bin Rum askeri Yermük’te toplandı. Buna karşılık, 46 bin kişilik müslüman ordusu vardı. Başkumandan Hz. Hâlid bin Velid, ordusunu biner kişilik bölüklere ayırdı. Her bölüğe kumandanlar tayin etti. Askerin maneviyatını kuvvetlendiren nutuklar irad ettikten sonra, düşmana hücum emri verdi. Bu savaş tarihde eşine ender raslanan kahramanlıklara sahne oldu. Rum kumandanlarından Yorgi, Hz. Hâlid bin Velid’e gelip müslüman öldü. O da kâfirlere karşı çarpışmaya başladı ve şehîd oldu. Harbin şiddetinden öğle ve ikindi namazlarını imâ ile kıldılar. Bu harbte İslâm kadınları bile fevkalade cenk ettiler. Allah’ın kılıcı Hz. Hâlid, bütün gücü ile Haçlı ordusunun merkezine yüklendi. Merkezdeki kuvvetlerini dağıtınca Rum ordusu kaçmaya başladı. Bu savaşta kan gövdeyi götürdü. 100 binden ziyade Haçlı öldürüldü. Buna karşılık 3000 müslüman şehîd oldu. Bu savaşta da zafer, İslâmın oldu. İran, Irak, Şam, Suriye, Filistin Hz. Hâlid bin Velid’in kumandanlığı ve fevkalâde güzel idaresi ile feth edildi. Her gittiği yerde İslâmiyeti tanıttı. Hz. Ebû Bekir, tarafından, Suriye bölgesi valiliğine tayin olundu. Hz. Ömer devrinde Medine’ye çağrıldı. Bütün hesaplarını muntazam olarak verdiği için, Halife Hz. Ömer’den çok ihsan ve ikram gördü. Kısa bir süre sonra Harran taraflarına vali tayin edildi. Bu vazifede bir sene kaldı.
Hz. Hâlid bin Velid, 21 (m. 642) yılında Humus’ta hastalandı. Yanında silah arkadaşları vardı. Vefat edeceği sırada kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra: “Nice kılıçlar elimde parçalandı, işte bu benim ölümümü görecek olan son kıhcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş olan bu Hâlid’in yatakta ölmesidir. Resûlullah’ın (s.a.v.) hiçbir Eshâbı, rahat yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde Din-i İslâmı yayarken garib olarak şehîd oldu. Ah... Hâlid!... Şehid olamıyan Hâlid! Harb, benim etimi çiğneyemedi. Şehidlik mertebesi hariç elde etmediğim makam kalmadı. Vücûdumda bir karış yer yoktur ki, ya kılıç yarası, ya bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın, ömrü, Din-i İslâmı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak üzerinde mi olacak? ölümü, harb meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehîd olarak beklerdim.” dedi. Sonra Yermük savaşını hatırlayarak: “Ah... Yermük günü... İnsan kanlarının vadide sel gibi aktığı Yermük!... Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan yağmura karşı kalkanımın altında gecelediğimi unutamıyorum. O gece Muhacirlerden kurulu akıncı birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. Ah.. Yermük harbi... Üç bin yiğitle, yüzbin küffara karşı zafer kazandığımız Mûte’yi bile unutturdun!... Ey yakınlarım! Cihada sarılın. Bu topraklar ancak Cihad etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük muharebedir. Bundan sonra, daha nice savaşlar birbirini takip edecektir. Sakın gaflete düşmeyin!... Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, Allah Allah nidalarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisi’nde hissediyorum. Vallahi Rabbimden beni her gazada diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim...” dedi. Sonra “Vasiyetimi bildiriyorum, beni ayağa kaldırın...” deyince ayağa kaldırdılar. “Beni bırakınız, şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım artık beni taşısın” diyerek kılıcına dayandı, “Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım, öldüğüm zaman atımı muharebede tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız. Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alır,” dedi ve yatağına düşüp kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.
Bütün Eshâb-ı kirâm gibi, Hz. Hâlid bin Velid de, ömrünü İslâmiyyetin yayılması için harcamıştır. Peygamber efendimize olan hürmeti, muhabbeti ve bağlılığı son derece idi.
Peygamber efendimiz, Veda Haccı’nda mübârek saçlarını tıraş ettiriyordu. Bütün Ehsâb-ı kirâm etrafında toplanmış saçları yere düşürmemek için havada yakalıyorlardı. Mübârek alınlarındaki saçlarına sıra gelince Hz. Hâlid bin Velid “Anam, babam, canım sana fedâ olsun Yâ Resûlallah, ne olur, mübârek aklınızdaki saçları bana verir misiniz” diyerek o kadar yalvardı ki, Hz. Peygamberimiz onu kıramadı. Tebessüm buyurdular. Mübârek saçları alan Hz. Hâlid, öptü kokladı, yüzüne gözüne sürdü ve sarığının içine yerleştirdi. Bütün savaşlarda muzaffer olmasının sebebini sorduklarında, sarığını çıkarıp içindeki mübârek saçlar sayesinde olduğunu söylerdi. Yanında, Peygamber efendimizin ism-i şerîfinin, salâtü selâm ilâve edilmeden yalnız olarak söylenmesine müsaade etmezdi. Resûlullah’tan (s.a.v.) kendisine bir şey gelirse bundan, büyük şeref ve se’âdet duyar, iftihar ederdi. Bütün Eshâb-ı kirâm gibi, o da, sevgili Peygamberimizin rızasını ve hoşnutluğunu kazanabilmek için çırpınırdı. Bunun için her şeylerini fedâ eder, hiçbir şeyden çekinmezdi. Cesaret ve şecaatini ve askerlikteki tecrübelerini İslâmiyetin her tarafa yayılması için harcamış ve bunun için Peygamber efendimiz tarafından meth edilmişti. Bir gün, Peygamber efendimiz kendisi için “Allahın iyi kullarından biridir” diye söylemişlerdir. Hz. Hâlid hitâbet ve fesâhatta da çok mahir idi.
Hz. Hâlid bin Velid’in çocukları hakkında, teferruatlı malûmat olmamakla beraber, Muhâcir ve Abdurrahman isimli iki oğlundan bahsedilmektedir ki, bunlar da kendisi gibi şecaat ve cesaret sahibi idiler.

Tarihi Çağlar

1-İlk Çağ:
a)Yazının icadıyla başlar 375'teki Kavimler Göçüyle sona erer(m.ö 3200)

2-Orta Çağ:
a)Kavimler göçüyle başlar İstanbul'un fethiyle sona erer.
b)İslamiyet bu çağda gelmiştir.
c)Feodalite ve skolastik düşünce sebebiyle Avrupa'nın karanlık çağı olmuştur.

Not:Skolastik düşünce tartışılmayan eleştirilmeyen düşüncedir.Yanş kilisenin her söylediğini kabul etmektir.

3-Yeni Çağ:
a)İstanbul'un fethiyle başlar,1789 Fransız ihtilaliyle sona erer.
b)Rönesans,Reform ve Coğrafi keşiflerle Avrupa ilerlemeye başlar.

4-Yakın Çağ:
a)Fransız İhtilaliyle başlar günümüze kadar devam eder.
b)Milliyetçilik sebebiyle çok uluslu devletler yıkılmaya başlamıştır.
c)Sanayi devrimi gerçekleşmiştir.
d)I. ve II.Dünya Savaşları çıkmıştır.

Not:Tarihçiler tarihin öğrenilmesini,öğretilmesini ve araştırılmasını kolaylaştırmak için geçmişi dönemlere ayırmışlardır.
Not2:Tarih öncesi dönemler kullanılan araç gereçlere göre birbirinden ayrılmışdır.
Not3:Tarih sonrası dönemler tüm dünyayı etkileyen önemli olaylara göre birbirinden ayrılmışdır.
Not4:Dünyanın her tarafında aynı anda aynı dönem yaşanmamıştır.
Not5:Eğer bir yerleşim yerinde tarih öncesi dönemler atlanarak yaşanmışsa orada mutlaka dışardan etkilenme vardır.Bu etkilenme ticaret,göç veya savaş yoluyla olabilir.

Anadolu Uygarlıkları

Anadolu Uygarlıklarından kalma eser.
1-Hititler:
a)Pankuş:İlk meclisdir ve danışma meclisi özelliğindedir.Hititler ilk meşruti(kral+meclis) devlettir.
b)Tavananna:Hitit Kraliçesidir ve Kraldan sonra en yetkili kişidir.
c)Anallar:Hitit krallarının öldükten sonra tanrıya hesap vermek için yazdıkları notlardır.İlk tarih yıllıklarıdır.
d)Kadeş Anlaşması:Hititler ve Mısırlar arasında yapılmıştır ve ilk yazılı anlaşmadır.
e)"Yazılıkaya ve İvriz Kabartmaları" en önemli eserleridir.
f)Çok fazla tanrıları olduğu için Hitit ülkesine "bin tanrılı ili" denmiştir.
g)Anadoludaki ilk merkezi devlettir.
h)Hem Asur çivi yazısını hem de hiyeroglif yazıyı kullanmışlardır.
ı)İlk defa medeni kanunu(aile hukuku) ve resmi nikah yapmışlardır.
i)İlk defa ikta(tımar) sistemini uygulamışlardır.
j)Temizliğe ve kadınlara önem verilmiştir

2-Urartular

a)Mezarlarını ev ve oda biçiminde yapmışlardır.
b)Tarımı geliştirmek için sulama kanalları yapmışlardır.
c)Anadoludaki ilk federal devlettir.
d)Tarımda hayvancılıkta ve maden işlemeciliğinde gelişmişlerdir.
e)Asur çivi yazısını ve hiyeroglif yazıyı kullanmışlardır.

3-Frigler

a)Tarım temel geçim kaynağı olduğu için öküz kesme ve saban kırmanın cezası ölümdür.
b)"Tapates" adı verilen halıları önemlidir.
c)Kybela ve Midas en önemli tanrılarıdır.
d)Midas'ın mezarı en önemli eserleridir.
e)Krallarına Midas ünvanı vermişlerdir.
f)İlk defa fabl örneklerini yazmışlardır.

4-Lidyalılar:

a)Ege Denizi'nde İyonlarla rekabet edemedikleri için başkentleri Sard'dan Asurların başkenti Ninova'ya kadar uzanan "Kral Ticaret Yolunu" yapmışlardır.
b)İlk defa parayı bulmuşlardır.
c)Orduları ücretli askerlerden oluştuğu için kısa sürede yıkılmışlardır.

5-İyonlar:

a)Efes,Milet,Foça ve İzmir gibi "Polis" adı verilen şehir devleti biçiminde yaşamışlardır.
b)İyon şehir devletleri başlangıçta Krallar sonra oligarşik hükümetler daha sonra da Tiran adı verilen kişiler tarafından ilkel demokrasiyle yönetilmişlerdir.
c)Denizcidirler ve koloniler kurmuşlardır.
d)Artemis Tapınağı en önemli eserleridir.
e)Ön Asya kültürünü batıya taşımışlardır.
f)Bilimde çok gelişmişler ve Tales,Pisagor,Hipokrat,Heredot,Homeros ve Diyojen gibi önemli bilim adamları yetiştirmişlerdir.

Not:İyonların bilimde çok gelişmelerinin sebebi;

a)Şehir devletleri biçiminde yaşamaları.
b)Ön Asya'dan gelen ticaret yollarının bitiş noktasında olmaları.
c)Denizcilik sayesinde diğer kültürleri tanımaları.

Tales:Dünyada ilk defa güneş tutulmasını hesaplamıştır.

Pisagor:İlk defa dünyanın yuvarlak olduğunu söylemişdir.
Hipokrat:Tıp alanında önemli çalışmalar yapmıştır.
Heredot:Tarih alanında çalışmış ve tarihin babası olarak tanınmışdır.
Homeros:Yazdığı İlyeda ve Odessa destanları hem İyonların hemde Yunanların milli destanı olmuştur.
Diyojen:Felsefe alanında önemli çalışmalar yapmıştır.









Türklerde Kültür ve Medeniyet

1-Türk hükümdarına han,hakan ve kağan gibi unvanlar verilirdi.
2-Hatun:Hakan'ın eşidir ve devlet işlerinde söz sahibidir.
3-Kurultay(Toy):Devletin yönetildiği meclisdir ve kararlarda son söz hakanındır.Bu nedenle bir danışma meclisi özelliğindedir.
4-Veraset Sistemi:'Ülke toprakları hanedanın ortak malıdır' anlayışı Türklerde taht kavgalarının önemli sebebi olmuştur.
5-Kut Anlayışı:Türk hükümdarına yönetme yetkisinin gök tanrı tarafından verildiği düşüncesidir.
6-İkili Sistem:Ülkenin hakanın çocukları arasında doğu,batı ya da kuzey,güney şekilde ikiye ayrılarak yönetilmesidir.
Not:Veraset sistemi kut anlayışı ve ikili sistem Türk devletlerinin kısa sürede yıkılmasına ve taht kavgalarına sebep olmuştur.
7-
Kurgan:Mezar
Balbal:Mezar taşı
Yuğ:Cenaze töreni
Sağu:Ölen büyüklerin arkasından yakılan ağıtlar.
Şaman:Din adamları
Şam,Kam,Baksı:Falcı ve büyücüler
Sav:Atasözleri
Koşuk:Av törenlerinde ve şölenlerde okunan coşkulu şiirler.

Destanlar:
a)Oğuz Kağan Destanı:Hunlar
b)Türeyiş ve Göç Destanı:Uygurlar
c)Ergenekon ve Bozkurt Destanı:Köktürkler
d)Alp Er Tunga ve Su(Şu) Destanı:İskitler

Yazıtları:
a)Orhun Kitabeleri:II.Köktürk
b)Yenisey Yazıtları:Kırgızlar
c)karabalgasun Yazıtları:Uygurlar

8-Türklerde töre adı verilen sözlü hukuk kuralları geçerliydi.
9-Türkler çok sayıda devlet kurdukları için ve dünyanın bir çok bölgesine göç ettikleri için Türk tarihini bir bütün halinde incelemek zordur.
10-Türkler göçebe oldukları için yazılı kültür pek gelişmemiş,hayvancılık ön plana çıkmış,savaşçı özellikleri gelişmiş,hapis cezaları en fazla 10 gün olmuş ve sanat eserleri genellikler taşınabilir malzemeden yapılmıştır.

Veda Hutbesi

Kabe görüntüsü.
Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! "Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin.biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır.Allah böyle hükmetmiştir.İlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın faizidir.lakin ana paranız size aittir.ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır.Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir.Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir.Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allahın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allahın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır.Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir.Kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.


Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allahın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.

"Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malıda helal olmaz.Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir.Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir.Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allahın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın.Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise topraktandır.Arabın arab olmayana arab olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allahın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. "Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.Allahın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.Hırsızlık yapmayacaksınız. İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum.Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allaha aittir.

"İnsanlar! "Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; "Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz,diye şehadet ederiz".Bunun üzerine Resul''i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

"Şahid ol Yarab! Şahid ol yarab! Şahid ol yarab!"