Orta Asya'dan Anadolu'ya Kayı Boyu

kayı damgası
Kayı Damgası
   Osmanlıların Anadolu'ya nasıl geldiği hakkında tarihi delillere dayanan net bir fikir yoktur.Ancak birçok tarihçi tarafından kabul edilen görüşe göre, Sultan Alparslan'ın 1071 yılında Anadolu'nun kapısını Türklere açması ile Orta Asya'dan Anadolu'ya doğru bir Türkmen akını başladı.O yıllarda Orta Asya'yı kasıp kavuran Moğolların da Türkler üzerinde baskı oluşturarak Anadolu'ya doğru olan bu göçü hızlandırdığı kabul edilir.

   İşte bu şartlarda Oğuzların Günhan koluna mensup Kayı boyundan Gündüz Alp, oymağı ile Horasan yakınlarından yola çıkarak Van Gölü civarındaki Ahlât'a gelip yerleşti.Gündüz Alp,Ertuğrul Gazi'nin babasıdır.Bazı kaynaklarda ismi Süleyman Şah olarak da geçmektedir.

   Gündüz Alp ve aşireti bir süre Ahlât'ta kaldılar.Fakat Moğolların önüne gelen her şeyi yakıp yıkarak Anadolu'ya kadar uzanması ile tekrar göçe başlayıp Erzincan'a doğru yola çıktılar.

   Bu yolculuk sırasında savaşan iki orduya rastladılar.Bu gördükleri orta çağda cereyan etmiş üç büyük meydan savaşından biri olan Yassıçemen Savaşıydı.(1230) Bir tarafta Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat,diğer tarafta Cengiz Han tarafından Türkistan'dan çıkarılan ve Anadolu'da hak iddia eden Celaleddin Harzemşah... Gündüz Alp ve oğlu Ertuğrul Gazi Selçuklular tarafında savaşa katılmaya karar verdiler.

   Rivayete göre yenilmekte olan Selçuklu ordusu bu katılımla zafer kazanır.Sultan Alâeddin bu yardımından fazlası ile hoşnut kalır ve Gündüz Alp'e Ankara yakınlarındaki Karacadağ'ı yurt olarak verir. Yassıçemen Savaşı'ndan kısa bir süre sonra ölen Gündüz Alp'in yerine geçen Ertuğrul Gazi,aşireti ile birlikte Karacadağ'ı yurt edinerek dünya tarihini değiştirecek ilk adımı atmıştır.

   Ertuğrul Gazi ve oymağı sonra daha batıya ilerleyerek Söğüt ve Domaniç'i ele geçirdiler.Buraları savaşarak aldıkları veya Alâeddin Keykubat tarafından kendilerine verildiği rivayet edilir.Ertuğrul Gazi artık Selçuklu sınırını korumakla görevli bir Uç Beyi'dir. Uç beyleri İlhanlılar'a sembolik bir vergi veriyorlardı ve çok sıklaştırılırsa küçük askeri birliklerle İlhanlı ordusuna katkıda bulunuyorlardı.

   Osmanlılar,yurt edindiği topraklarla Bizans'a sınır komşusu olmuştu.Bizanslılarla Türklerin ilişkileri iç içe idi.Bu bölgede büyük ticaret pazarları kuruluyordu.Bölgeden geçen önemli ticaret yolları da Osmanlı Beyliği'ne maddi kaynak sağlamaktaydı.

   Öte yandan Moğol etkisine en uzak beylik olması dolayısıyla Moğollardan kaçan Türkmenler için bir sığınak olan Osmanlı Beyliği,gerekli insan gücünü de bu yolla sağlamaktaydı.Gün geçtikçe güçlenen Osmanlılar bağımsızlığa doğru emin adımlarla ilerlemekteydi.Beyliğin temellerini atan ve devletin çekirdeğini oluşturan Ertuğrul Gazi çok ileri yaşlarda Söğüt'te vefat etti ve Söğütteki türbesine defnedildi.

Kaynak:Özlenen Medeniyet Osmanlı/Mavi Lale Yayınları

Mimar Sinan Kimdir?

mimar sinan resim
Mimar Sinan
   Kayseri'nin Ağırnas Köyü'nde 1489 yılında doğmuştur.Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul'a getirilmiş ve yeniçeri ocağına alınmıştır.Osmanlı ordusu ile birçok seferlere katılmış, bu seferlerde yaptığı köprü ve mimari eserlerle kısa sürede ünlenmiş, Kanuni döneminde de baş mimarlığa getirilmiştir.Baş mimarlık döneminde "Çıraklık" eserim dediği Şehzade
Camii, "Kalfalık" eserim dediği Süleymaniye Camii ve "Ustalık" eserim dediği Edirne Selimiye Camii'ni yaparak Türk mimari tarihinde yeni çığırlar açmış, ölümsüz eserlere imza atmışmıştır.

   Ayasofya Camii için projeler geliştirmiş, yaptığı güçlendirme çalışmaları sayesinde eser günümüze kadar ayakta kalabilmiştir.Çeşitli türlerde toplam 375 mimari esere imza atan Mimar Sinan, 1588 yılında İstanbul'da ölmüş ve Sülaymaniye Camii'nin yanında kendi yaptığı çok sade bir türbeye defnedilmiştir.

   Büyükçekmece Köprüsü üzerine kazılı olan mührüne günümüz Türkçesi ile şöyle yazmıştır. "Değersiz ve muhtaç kul,Saray özel mimarların başkanı" bu sözler O'nu mütevazı kişiliğini ne güzel anlatmaktadır.

Kaynak:Özlenen Medeniyet Osmanlı/Mavi Lale Yayınları

Mimar Sinan 92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 6 su yolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eser vermiştir.

Selçuklu Türk Ordusu Sevk ve İdare Sistemi

   
türk askeri
Akıncılar
   Türk Ordusunun "sevk ve idare sisteminde" doğrudan "Taarruz Stratejisi"
esas alındığından,stratejinin diğer bölümleri de;taarruz stratejisine göre geliştirilmiş ve hemen her uygulama da bu esas benimsendiğinden,harekâtlarda 
"süratli manevra" taktiği; savaş taktiklerinde en çok gelişmiş olanıydı ki;hemen her muharebeye yıldırım gibi dalan Türk Kuvvetleri karşısında,hiçbir düşman ordusu uzun müddet tutunamaz ve neye uğradığını anlayamadan eriyip giderdi.

   Selçuklu Türk Ordusu üç gruptan müteşekkildi: Birinci grup olan "Hassa Kuvvetleri" olarak,bizzat Sultan'ın emir ve komutasına tâbi idi.İkinci Grup: 
"Boy Beyleri Grubu" idi.Üçüncü Grup ise: "Gerilla Savaşları veren" gönüllülerden kurulu kuvvetlerden müteşekkildi ki;bunlar dünyaca nam salmış olan "Akıncı Kuvvetleriydi" ve son derece mahir bahadır komutanlar tarafından idare edilirlerdi.

   Yıldırım taarruzlarını esas alan Türk Ordusu'nun temel gücünü teşkil eden ana kuvvet, "Süvari Birlikleriydi". Bu sebepten dolayı,atın önemi,Türkler için en güçlü silahtan daha önemliydi.Böyle olduğu için de Türk insanı pek küçük yaşlardan itibaren atlarla kaynaşır ve 12 yaşlarına geldiği zaman ise; en yaman düşman süvarisine dahi nal toplatabilecek derecede pek mahir bir binici olurdu.

   Türk Süvarileri binicilikte o derece mahirdiler ki; muharebe esnasında ok, kılıç vs. bilumum silahları son derece rahatlıkla kullanırlar ve düşmanlarını şaşkına çeviren pek çevik hareketlerle, muharebe meydanında, ele avuca sığmaz bir görünüm içinde; sağlı,sollu ve merkezi dalışlarla; düşman süvarilerine ot yoldururlardı...

   Keza, uzun yolculuklarda at üstünde yemek yemek ve uyumak,onların başlıca meziyetlerinden birisiydi ki bu maharetleri; herhangi bir ordu için,o çağlarda son derece önemli bir meziyet sayılmaktaydı.Çünkü;uzak diyarlara sefere çıkmış ve bu sefer esnasında uzun yürüyüşlere muhatap olmuş bir ordu için,tabi ki bu faktör birinci derecede önemli idi.Zira,seferi durumda bulunan bir ordu, bazı hallerde hiç konaklamadan yoluna devam etmeye mecbur kalabilirdi.

   Dolayısıyla yukarıda kayda geçilen özelliklere sahip olmayan herhangi bir ordunun,yollarda perişan olmamasına imkan yoktur ve tabi ki vurucu güç olabilme durumu da böylece yoklara karışırdı.

   Görülüyor ki o çağlarda Türk Ordusu'nun "Vurucu Güç" olma açısından "Merkezi Kuvvetini" teşkil eden Süvariler,haklı olarak eşsiz bir değere sahiplerdi ve kahredici, yıldırım baskınlarıyla tüm cihanı adeta tir tir titretmiş olan dünyaca ünlü Akıncılar işte böyle bir kuvvetin bünyesinden meydana gelmişti.Türk insanının At'a vermiş olduğu değer ve önemdeki sırra,bir çok millet asırlar boyu erişememiş ve süvari kuvvetlerinin,muharebelerdeki üstün vasfını tam manasıyla kavrayabilmekten yoksun kalmıştır.Bu sebepledir ki ,Bizanslılar; "piyade kuvvetlerine",süvari kuvvetlerinden daha ziyade önem vermişlerdi.

   Türkler'in ata olan düşkünlükleri,henüz "göçebe oldukları" dönemlere kadar uzanır.Şöyle ki: Bir vatan sahibi olabilme ve kendi başına buyruk,hür ve kuvvetli bir devlet kurup,diğer devletler seviyesine yükselebilme kavgasında vermiş olduğu binbir çetin mücadele içinde; var olabilme cenginin en kahredici örnekleriyle karşılaşmış Türk insanının o yıpratıcı , o yıldırıcı dönemlerinde en yakın can yoldaşı,her daim atı olmuştur.

   Bütün bu hususlardan dolayı Türk insanının hayatında at o derece önem kazanmıştır ki; Orhun Kitabeleri'ne dahi geçmiştir.Mesela: Orhun Kitabeleri'nde,Prens Kültigin'in atına "Alp-Salçı" adı kayda geçilmiştir.

Kaynak: Türk Cihan Hakimiyetine Açılan Yol
         Levon Panos Dabağyan/Karadağ Yayınları